"Orta Dünya"ya Dönüş

Yazan: Unknown Tarih: 16 Aralık 2012 Pazar 0 yorum
 Geçmek bilmeyen 9 yılın ardından Orta Dünya büyülü kapılarını, 2 gün önce yeniden araladı hayranları için. JRR Tolkien'in kaleminden akan mürekkep Peter Jackson'ın müthiş sinema dehası ile görsel bir şölene dönüştü.Filmin daha vizyona girmesine aylar varken, biletini ayırtmış şanslı insanlardan biri olarak, önce cuma akşamı,sonra da cumartesi akşamı rahat sinema koltuklarındaki yerimi aldım. Tam 169 dakika boyunca nefes almadan, hatta gözümü dahi kırpmadan izledim "Beklenmedik Yolculuğu" Belki kitabın hayranı olduğumdan, belki de Peter Jackson'a ayrı bir sempati duyduğumdandır, bir kez daha bu şöleni izlemek için adeta gün sayıyorum şu anda.
Tokien'in yıllar yıllar önce oğulları için yazdığı bir hikayeydi Hobbit. Silmarillion,Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesi..Her biri orta dünyanın ve o dünyada yaşayan karakterlerin gelişimini anlatıyor. Hobbit filmi ise bildiğimiz bir sahne ile başlıyor.Frodo ve Bilbo dağ oyuğundaki evlerinde ve üçlemeyi yönlendiren o kitabın ilk satırları yazılıyor. Yıllar sonra son cümlelerini Sam ve Frodo'nun yazacağı "Gittim ve Döndüm" kitabı. Yani Hobbit filmi Yüzüklerin Efendisi'ndeki karanlık çağdan tam 60 sene öncede başlıyor. Filmi size burada anlatmayacağım ama Elfler ve cücelerin neden   düşman oldukları, cücelerin nasıl vatansız kaldıkları,ak büyücünün yavaş yavaş nasıl karanlık tarafa nasıl geçtiği tek tek tek anlatılıyor.

Çekimler müthiş, özellikle böyle bir filmi 3D ile izlemek ayrı bir keyif. İnsan kendini o goblinlerle, orklarla savaşın ortasında sanıyor.Ama karakter kurgusundaki sorunlar da daha bir ortaya çıkıyor 3D izlerken.Mesela Gandalf'ın burun kıllarını ya da Radagast'ın tırnağının arasındaki kirleri görmesek de olurmuş hani. Karakter kurgusuna geri dönersek; eğer kitabı benim gibi yalayıp yutmadıysanız konuya biraz uzak kalabilirsiniz. Çünkü Yüzüklerin Efendisi'ndeki gibi karakterlerin kendi hikayelerinden veya geride bıraktıkları yaşantıdan pek bahsetmiyor film. Hatta bir süre sonra isimleri ve karakterleri  birbirine karıştırmanız mümkün.Tabi bir de eş sahneler var ki, LOTR hayranlarını maziye götürecek cinsten.Mesela Minas Trith'de yüzüğün havaya fırlayarak,Frodo'nun parmağına girmesi gibi. Bu filmin Moria'da geçen bölümlerinde aynı sahne yaşanıyor.Ancak bu kez yüzüğü takan parmak Bilbo'ya ait.

Bu filmde ilk kez büyücü Radagast da ete kemiğe bürünüyor.Hani Yüzüklerin Efendisi serisinde her başı sıkıştığında Gandalf'a kelebeklerini ve kartallarını yollayan ama bir türlü göremediğimiz o meşhur büyücü vardı ya..İşte Radagast o.Sylvester Mccoy hayat veriyor boz büyücüye. Bu arada Cate Blanchett yine muhteşem güzelliği ve kusursuz oyunculuğu ile mest ediyor izleyenleri.Ama Gandalf yani Ian Mckellen ile flörtleştiği sahneler biraz rahatsız etti beni.Zira kitapta böyle sahneler olduğunu hatırlamıyorum. Cüce kralını Thorin'i oynayan Richard Armitag büyük çaba göstermiş belli. Filmin ana kahramanı olmak için,Aragorn'dan boşalan yeri doldurmaya çabalamış. Ama oyunculuğu ne yazık ki vasat kalmış. Yani ne kadar çabalarsa çabalasın bir Aragorn değil sonuçta. Ve filmi izlemek isteyenlere son bir uyarıda bulunmak istiyorum.Sakın LOTR'deki gibi dramatik bir kurgu ya da olaylar beklemeyin.Hobbit'in bir çocuk kitabı olduğunu unutmayın.Ve 169 dakikanın tadını çıkarı.


*Bu film tam 4 senede, 4.200 kişilik bir kadro tarafından çekildi.Yaklaşık 600 milyon dolar harcandı. İşte bu nedenle kamera arkası görüntülerini ve Yeni Zelanda'nın o muhteşem güzelliğini efektler olmadan izlemenizi tavsiye ederim.İşte kamera arkası görüntüleri...



DEVAMINI OKU...

Sarhoşsan Öl

Yazan: Unknown Tarih: 17 Kasım 2012 Cumartesi 0 yorum

Yazının başlığındaki imayı  Beyoğlu Belediye Başkanı A..Misbah Demircan yaptı. Kendi belediyesinin sınırları içinde, hem de belediyenin hatası sonucu hayatını kaybeden Levent Öztürk için "Zaten SARHOŞun biriydi" dedi. Yani alt metindeki mesaj; sarhoşsan yaşamanın bir değeri yok ki, ölümün para etsin.
Cihangir sakinleri ve o bölgeye takılanlar tanır Levent Öztürk'ü. Kendisi Aliye Meyhanesi'nin ortaklarından biriydi.İşletmesine ortağının annesinin adını verecek kadar da mütevazıydı.Son derece güler yüzlü, sıcak kanlı ve yardımsever bir insandı. dün gece, sabaha karşı işinden çıktı ama evine varamadı. Çünkü bir hata yaptı ve cihangir otoparkının yanındaki merdivenlere çok yaklaştı. Merdivenlerin yanında 4 -5 metre derinliğinde bir boşluk var. Ne yazık ki, belediyeciliğin, sadece Tarlabaşı'nı yerle bir edip, zenginlere peşkeş çekmek olduğunu sananlar, bu çukurun etrafında önlem almaya dahi gerek görmemiş. İşte Levent Öztürk dün gece o merdiven boşluğunda can verdi. Bugün de ardında ailesini, çocuğunu bırakarak uçtu gitti bu diyardan.

Tabi böyle bir ölüm yaşanınca hemen gözler Beyoğlu Belediyesi'ne çevrildi. Şöyle zülfiyare dokunacak birkaç söz bekledim belediye başkanından. En azından bir özür, bir baş sağlığı dileği falan.. Başkan ağzını açtı ve o ağzından dökülen sözcükler, hay dilin çekilseydi de o ağzını açmasaydın dedirtecek cinstendi. Zaten sarhoşun biriydi dedi BAŞKAN. Adam işletmeci ya, meyhanesi var ya, ayık gezmesi mümkün değil. Badem bıyıklı güruh için ölmesi çok daha hayırlı. dünya bir sarhoştan kurtuldu diye seviniyorlar herhalde. Hatalarını kabul etmeseler de, aslında katil olduklarını bugün itibariyle herkes biliyor. Çünkü bugün Levent'in öldüğü o merdiven boşluğuna demir parmaklık takıldı..Hem de bir hayli yüksek. Yani başkan istediği kadar sorulardan kaçsın, vicdanları paramparça eden laflar söylesin, Levent Öztürk'ün katili BEYOĞLU BELEDİYESİ'dir.








DEVAMINI OKU...

"Fırat Tanış"alım Kırıştıralım

Yazan: Unknown Tarih: 10 Kasım 2012 Cumartesi 3 yorum
Uzun saçlı, kısa saçlı, bıyıklı,sakallı hatta sinek kaydı..Bir insanın her hali mi bu kadar güzel olur ?? Adamın her bir noktasından güzellik fışkırıyor. Tabi bir de o puslu sesi yok mu? O sabaha kadar konuşsun ben dinleyeyim istiyorum. Ne konuştuğu, ne anlattığı hiç önemli değil. Anlatsın yeter.Saçma sapan, salakça şeyler anlatsın.Masal anlatsın, okuduğu kitapları anlatsın, sürüngenleri hatta angut kuşlarını anlatsın fark etmez. Konuşmaktan yorulunca şarkı söylesin...Falan falan..Bir kısır döngü oluşsun..O anlattıkça ben dinleyeyim. Sanki yağmuru dinlermiş gibi hipnotize olayım. Kuzuların sessizliğindeki beyni alınmış adam gibi boş boş bakayım bu güzel adama ve sadece dinleyeyim.

Hayatım boyunca sonuna kadar izlediğim ilk ve tek dizi  oldu Yeditepe İstanbul. İşte Fırat Tanış'ı da orada keşfettim. Ayyy nasıl da sempatik bir tipmiş derken, Sır Çocukları vizyona girdi,hayran kaldım o sokak çocuğuna. Tramvay'da, belki de ilk kez bir filmde "kötü adam" için ağlama ihtiyacı hissettim. Dilber'in Sekiz Günü'nde ise aşık oldum. Yahu o nasıl bir oyunculuktur, nasıl bir tiptir öyle. Hep merak etmişimdir, o filmden sonra koltuk değneği olmadan, normal şekilde yürümeyi nasıl başardı diye.

Adamın her yerinden hem güzellik hem yetenek fışkırıyor.Yani 10 parmağında 10 marifet diyeceğim ama o parmaklara hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Adamın elleri inanılmaz güzel.Küçük ve naif..Öyle pis pis erkek eli gibi değil :) Gitar çalarken ellere dikkat kesilmenizi tavsiye ederim.Ne dediğimi o zaman anlayacaksınız. Bir de o eşek gözleri var ki..Işık saçıyor resmen etrafa. Ama sanki bir yandan da eskilerde bir yerlerde ya da birilerinde takılı kalmış gibi bir hali var.
Bu adamı inanılmaz seviyorum ancak bir yandan da acayip kıl oluyorum.Sivil direnişlere verdiği destek, demokratik ve özgürlükçü tutumu, yeri geldiğinde lafı çat diye koyması gibi birçok tapılası özelliğin yanına  bir de mükemmel sesi ile göz kamaştıran oyunculuğu eklenince; adamın popisi giderek artıyor. Yani doğru orantılı olarak avrat hayran kitlesi de artıyor. Sağda solda "ay ne tatlı adaaamm yeaaa" gibi söylemler duyuyorum. Amaaaaaa... Kızııım size yedirmezler Fırat Tanış'ı..Önce ben gördüm, ben keşfettim.. Kapanışı yaparken "Fırat Tanış babamdan sonra Türkiye'nin en yakışıklı erkeğidir" derim ve noktayı koyarım.















DEVAMINI OKU...

Ben Tuvalete Gidiyorum

Yazan: Unknown Tarih: 3 Kasım 2012 Cumartesi 0 yorum
+Merhaba canım işim şimdi bitti, ben köşke gidiyorum - Tamam canım ben de şimdi holdingden çıkıyorum.. İşte bu ZENGİN içerikli konuşmayı hayatımıza Bihter Ziyagil ve kocası boynuzlu Adnan kazandırdı. Köşke gidiyorum, yalıda sevişiyorum,holdingde çalışıyorum falan..Görgüsüz itler zenginliklerini gözümüze gözümüze soktular. Haspam, kapıda araba bekliyor demiyor da, limuzin kapıda diyor.Ama ne oldu bu kadar görgüsüzlüğe allah belalarını verdi.O Bihter karısı,Fatmagül olunca başına gelmeyen kalamadı.Ya evin arsız kızı Nihal'e ne demeli. "Köşkte buluşuruz canııımm" diye yavşak yavşak konuşmak iyiydi değil mi?.Niye geçen yıl kapıcı dairesinde buluşuruz diyemedin.Pislik..Pisliksin işte.


Bu Ziyagil ailesinin görgüsüzlüğü bir nesli bunalıma soktu.Tıpkı benim gibi. Artık 5 metrekarelik odamdan rezidans diye bahsediyorum. Akşamları uykum gelince ben yatmaya gidiyorum demek yerine havalı olsun diye rezidansıma çekiliyorum diyorum.
Ama gönül istiyor köşke gitmek, holdingde çalışmak,limoyla okuldaki gençlere hava atmak.Bunalımımın sebebi sensin Bihter.Seni hiç sevmiyorum Bihter. Evet seni seni Bihterimi sevmiyorum. Behlül'ü koluma takıp köşke gidemeyeceğime göre ne yapayım çaresiz ben de tuvalete gidiyorum.
DEVAMINI OKU...

Görgüsüzsün Ali Ağaoğlu

Yazan: Unknown Tarih: 30 Ekim 2012 Salı 0 yorum
"Bu değil...Bu değil...Bu hiç değil.. " derken birçok kişi bu görgüsüz inşaatçının projelerden bahsettiğini sanıyor. Ancak çok yanılıyorlar.Ben işin aslını çözdüm. Ali Ağaoğlu aslında saatlerinden söz ediyor. Şimdi ben susuyorum, ne demek istediğimi size o meşhur reklam filmi anlatıyor.Üşenmedim, saatli sahneleri tek tek işaretledim.

Adam 35 saniye içine tam 8 saat planı sığdırmış.Bütün hareketler saati göstermeye yönelik. Hatta o da yetmemiş bir yerde, konuyla hiç alakası olmamasına rağmen yakın plan ALTIN saat gösterilmiş. Hani kör gözüm parmağına misali. Bu adamın paçalarından görgüsüzlük aktığını zaten biliyordum da, inşaat reklamı adı altında binlerce dolarlık saatini tanıtacak kadar görgüsüzlüğün dibine vuracağını hiç tahmin etmemiştim. Bu arada New York Expo binasının sembolünün üstüne AĞAOĞLU yazarak popi yapmaya çalıştığı da gözümden kaçmadı hani.

Sadece reklam filminde değil, fotoğraflarda da farkındaysanız saatler başrolde.Daha önce de zaten sonradan görmeliklerini defalarca gözümüze gözümüze sokmuştu. Garajın önünde poz vermeler, cepteki paraları havalara saçmalar falan.. AKAPE dönemi zenginlerinin ortak hareketlerini tek tek sergiliyor. Ama işin ilginci bu adamın diğerlerinden bir farkı olması. Bu adam acayip özgüvenli. Şimdi Maslak'ta bir site yapmaya hazırlanıyor. Bir de utanmadan ata binmiş ormanda reklam çekmiş. Böyle bir ormanın kenarında eviniz olsun istemez misiniz diyor. Sanki orman bıraktın İstanbul'da. Zaten o reklamı çektiği orman da yakında yok olacak. Çünkü görgüsüz inşaatçı oraları da betona çevirecek. Onlarca kişi o yok olan ormanın üstündeki betona başını sokacak ve böylece GÖRGÜSÜZLERİN kralı bir sonraki reklam filminde yeni ve pahalı saatleri ile boy gösterecek.
















DEVAMINI OKU...

Aydın Boysan'la Siyah Beyaz Bayram

Yazan: Unknown Tarih: 25 Ekim 2012 Perşembe 0 yorum

Sabah erkenden buluştuk..O saatte bile enerjisi yerinde, kocaman gülümsemesi yüzündeydi. Ben sordum, o anlattı. Siyah beyaz hatıralarını, anlatımıyla renklendirdi. Bir efsanenin, Aydın Boysan'ın ağzından dinledim eski bayramları.Üstelik saatler boyu akıp giden sohbeti şarkılarla da süsledi.


Aydın Boysan 1921 doğumlu. Yani Osmanlı döneminde doğmuş bir cumhuriyet beyefendisi. Hikayesi Samatya'da Narlıkapı çıkmazında başlamış.



Bayram sabahlarını ise o da her çocuk gibi iple çekermiş. Annesi de, babası da memur. 2 katlı ahşap evlerinde su, elektirik dahi yokmuş.İşte bu nedenle bayram deyince aklına ilk gelen şey kavurma. Çünkü buzdolapları olmadığından, bütün etleri kavurup haftalar boyu onu yemek zorunda kalıyorlarmış.

İlk siyah rugan ayakkabısını, ilk takım elbisesini dün gibi hatırlıyor. Yıl 1932..Aydın Boysan, Pertevniyal Lise'sinde öğrenci.Tatilden sonra okulun ilk günü...Aynı kendisi gibi, yüzlerce öğrencinin üstünde bayramlıkları var. Muhtemelen o yıl bir daha yeni kıyafet göremeyecekler. İşte o nedenle üstlerinden çıkarmıyorlar bayramlıkları.

O yıllarda Narlıkapı'nın çocukları kurye gibi kullanılıyor. Gün boyu bütün ziyaretler yapıldıktan sonra, çocukların ellerine tutuşturuluyor torbalar. İçleri et dolu. Çocuklar kapı kapı geziyor, Hristiyan,Yahudi,Müslüman demeden bütün komuşulara et dağıtılıyor.Yani Narlıkapı Çıkmazı, sokaka olarak, mahalle olarak birlikte yaşıyor.Her mutfakta aynı yemek pişiyor,herkes birbirinin çocuğunu kendi çocuğu gibi seviyor.

Yıllar geçtikçe alışkanlılarda değişiyor.Mahallenin çocukları bayram sabahları bir manda gözü yani 25 kuruş kapma heyecanı ile kapı kapı gezip el öperken, gençler koltuk meyhanelerinde yer kapma yarışına giriyor..Çocuklar aldıkları harçlıklarla seyyar dondurmacıları kovalıyor, Sulumanastır'daki cambaz Abdullah'ın yürekleri ağızlara getiren şovlarını izliyor, delikanlılar ise arka sokaklara koltuk dayamaya gidiyor.



Yıllar akııııp geçiyor..Hayat siyah beyazdan renkliye geçerken, Aydın Boysan'ın güzel anıları toz tutmaya başlıyor..Bayram ziyaretlerinin yerini mesajlar, bayram namazının yerini tatil uykusu alıyor.Ama Aydın Boysan hala o kenar mahalleyi, siyah beyaz yıllardaki renkli hayatını özlüyor.Bizim gibi o dönemi yaşamayanlar ise ustanın anlattıklarına ancak salya akıtıyor..




DEVAMINI OKU...

Yaptığın İbadet Sayıldı Mı?

Yazan: Unknown Tarih: 23 Ekim 2012 Salı 0 yorum



Yer Şanlıufra hayvan pazarı..Zavallı bir inek yerde yatıyor..Çevresindeki yüzlerce insan hem kulağını, hem gözünü kapasa da feryatları yeri göğü inletiyor. Herksin elinde bir sopa, kemer hatta zincir. Önüne gelen bir tane vuruyor.Hızını alamayanlar ise tekmeler savuruyor. Yani zavallıcık kurbanlık değil dövmelik sanki.
Görüntülerin sadece bir kısmını buraya yükledim. Çünkü tamamını izleyen her 10 kişiden 9'u cinnet geçirdi resmen. Hayvan pazarında bu sabah satıldı bu inek. Ama hayvan belki kalabalıktan belki de kesileceğini anladığından, korktu, yere oturdu ve kalkmadı. İşte o an işkence de başladı. Sopalar, zincirle çıktı sahneye. Derken insan görünümlü ama insani vasıflara sahip olmayan bir yaratık girdi görüntüye. Elinde bir elektroşok cihazı. 220 voltu bastı hayvana..Hem de defalarca. Can havliyle kalktı inek ayağa. Ama sadece bir iki admım yürüyebildi ve yığıldı yere. Karga tulumba attılar kamyona, kesileceği günü beklemek üzere götürüldü uzaklara. Üstelik bütün bunlar ibadet kisvesi altında yapıldı. Müslümanlık'ta güçsüze işkence yapmak, hayvana eziyet etmek vardı da, bizim mi haberimiz yoktu. Kurbanlık böyle götürülüyordu mezbahaya. Benim bildiğim kurbanlıklara öpe koklaya bakılırdı. Canları acımasın diye söylenen hadisler, koyulan kurallar yok muydu?? Şimdi bu yapılan ibadet mi oldu. O hayvan pazarındaki vicdansızlara ne demeli.Hepsi yakmış birer sigara, sinema izler gibi hayvanın can çekişmesini izliyorlar. Asıl hayvan kim,işte bu soru geliyor aklıma. Güya sevap işleyecekler kurban kesip. Madem bu kadar dindarsın, ahirete de inanıyorsundur. Eee o zaman nasıl hakkını ödeyeceksin zavallıcığın. Zaten canını alacaksın, bari işkence etme. Ama bunları düşünecek fasulye kadar beyni yok ki.. Hani bir söz vardır ya imam osurursa cemaat ne yapar diye. İşte bu zihniyetin de imamı belli..Hayvanlların legal yollarla katledilmesine izin verecek bir yasa hazırlıyor şimdi. Yani cemaatten fazla birşey ummak lazım.Ama olan savunmasız hayvanlara oluyor















DEVAMINI OKU...

Ruh İkizimi Buldum

Yazan: Unknown Tarih: 19 Ekim 2012 Cuma 0 yorum


Narlıkapı çıkmazında doğmuş, Davutpaşa Çöp İskelesi'nde gençliğe adım atmış yağız bir Samatya delikanlısı. Belki de Cumhuriyet'in gördüğü son beyefendi. Bugün güne birlikte başladık.Etiler'deki muhteşem boğaz manzaralı evine konuk etti bizi. Eski bayramları anlattı. Ne de olsa bayram konusunda bir hayli deneyimli. Kendi deyimiyle; 91.5 yaşında, 183 bayram görmüş yaşayan tek insan.

Son yıllarda çıkardığı kitaplar, yazdığı makaleler ve çıktığı programlarla bir sempati paratoneri haline geldi Aydın Boysan. Ve gerçekten de göründüğü gibi. İçten, samimi ve kibar. Aslında Türkiyenin hatta dünyanın sayılı mimarlarından biri olsa da çoğu kişi onu sofra adabını yazan adam olarak tanıyor. Ama ben bu yazıda içki muhabbeti yapmayacağım. Aydın Boysan'ın neden son İstanbul beyefendisi olduğunu anlatacağım. Çook önceden randevulaştığımız üzere bu sabah saat 10'da evinde buluştuk.Kapı açıldığı an, sıcacık gülümsemesiyle karşıladı bizi. Yaklaşık 2 saat ropörtaj yaptık. Çocukluğunu, yaşadıklarını, özlemlerini ve hayal kırıklıklarını anlattı. Zaman zaman güçlü kahkahalar attı, zaman zaman derinlere daldı. Benim dikkatimi çeken ise gözleri oldu. Resmen yaşam fışkırıyordu gözlerinden. Söyleşi boyunca el ele oturduk. İnce belli kristal bardağından çay içerken bile her hareketinden nezaket akıyordu. Belki yaş olarak torunlarından bile küçüğüm ama hep siz diye hitap etti. Masaya oturmadan sandalyemi çekti, yanıma otururken önünü ilikledi. Yani bizim neslin pek de alışkın olmadığı bütün salon kurallarını yerine getirdi.

Bir de birlikte Beyoğlu turu atalım dedik. Apartmanın kapısına yaklaştıkça Aydın Boysan hızlanmaya başladı. Birden yardımcısı Mehmet Bey'in kolundan çıktı, bastonunu bir kenara koydu ve kapıyı açarak "önden bayanlar" dedi. En son birileri kaburgalarım kırıkken kapı tutmuştu bana. Aynı hareketi arabada da tekrarladı. Kapıyı açtı ve ben binip, yerleşene kadar bekledi. Etilerden, Beyoğlu'na kadar yine el ele gittik arabada. Klasik müzik dinledik, Tepebaşı'nın arka sokaklarındaki yıkık dökük tarihi yapıları inceledik. İlk durağımız Beyoğlu'ndaki Avrupa Pasajı'ydı.  Antik 1870 diye bir dükkanda kahve içtik. O denli nazik bir insan ki masadan kahvemi almama dahi izin vermedi, fincanı bana kendi uzattı. Ardından klasik cuma buluşması zamanı geldi. Aydın Boysan son 45 yıldır her cuma, Çiçek Pasajı'nda Sev-İç'te buluşuyor arkadaşlarıyla. Daha pasaja girerken kalabalık başına toplandı.Sarılanlar, öpenler, hal hatır soranlar...Kimseyi geri çevirmedi. Kadınlarla konuşurken kasketini çıkardı ve önünü ilikledi. O an anladım..Aradığım adam aslında Aydın Boysan'dı..Yani ruh ikizimi bulmuştum. Benim için eşini boşar mısın dedim..Aramızda çok yaş var dedi. 61 yaşın lafını mı yapıyorsun dedim. Anneniz hanımefendi kabul ederse gelip sizi isterim dedi. Böylece sözlenmiş olduk herhalde. Tam ayrılmak üzereydik ki, arkamdan seslendi.."Bizimkisi biraz kaza namazı gibi bir aşk olacak ama olsun,,geç olsun da güç olmasın.."

Ps1:Paint'teki başarısızlığımın farkındayım, gözlerim Sinem Kobal'ın ki gibi (o O) biri küçük biri büyük olmuş
Ps2:Bundan böyle her ay bir kere Aydın Boysan ile biraraya gelip söyleşi yapacağız ve buraya video olarak yükleyeceğim.
Ps3:Aydın Boysan'la bayram söyleşisini, bayramın ilk günü yazacağım, az sabırlı olun
DEVAMINI OKU...

İnsan

Yazan: Unknown Tarih: 15 Ekim 2012 Pazartesi 0 yorum

Ülkenin en ücra köşelerinde, birçok kişinin haritada yerini dahi gösteremeyeceği köylerde öğretmenlik yaptı. Askerlikten muaf olabilirsin, çürük raporu alabilirsin dediler, kabul etmedi..İran sınırında görev yaptı. Okuma yazma bilmeyen askerlere öğretmen, askerliğini yaptığı köydeki çocuklara abi oldu. Evde belki de çoluk çocuk açtı ama o askeriyenin verdiği maaşla onlarca çocuğun hayatlatında ilk kez çikolata tatmasını sağladı. Milyonlar ona tiyatrocu,üstad,emektar gibi birçok isim taktı.Ama aslında o bunların çok çok üstündeydi.Bütün vasıflarıyla gerçek bir insandı. Ve o insan 79 sene sonra bugün noktayı koydu herşeye. Sonbaharın sarı yapraklarıyla uçtu gitti bu diyarlardan. Adı Erol Günaydın..3 kızının babişkosu, Türkiye'nin en büyük tiyatrocularından biri.

Ramazanlarda meddah oldu,çocuk tiyatrolarında Nasreddin Hoca..Ama benim için çocukluğumun kahramanıydı ayı yogiye ses veren Erol Günaydın.Aslında belki de kötüleri yenen ayı yogi değil de Erol Günaydın'dı. Yüzlerce tiyaro oyunu sahneledi,diziler, filmler; hayatı hep sahne ışıklarının altında geçti. Ama ben onu hep iyi bir öğretmen,bütün imkanlarını iyilik için seferber etmiş biri olarak hatırlayacağım. 60 sene boyunca oyunculuğun tozunu attırdı.Kendisinin de dediği gibi bir filmde arkadan geçen şemsiyeli adam rolünü bile oscarlık performansla oynadı. Ancak 8 yıl boyunca çamurlu köy yollarında öğretmenlik yaptığını kimse bilmedi. Onun sayesinde, damı akan evlerden, en iyi üniversitelerde rektörlük koltuğuna kadar yükselen Akif'ten kimsenin haberi olmadı. Ya da 14 yaşında babası yaşında bir adamla evlendirilmek üzereyken, Erol Günaydın'ın hayatını kurtardığı ve bugün İzmir'de çok büyük bir hastanenin onkoloji anabilim dalı başkanı olan Feraye Hanım'dan kimseye söz etmedi. Bir takım ünlücüklerin yaptığı yardımı bağıra bağıra haykırdığı bu dönemde, Erol Günaydın hep sustu, kanatları altındaki onlarca kişiyi hep sakladı. İşte bu yüzden İNSANDI.
DEVAMINI OKU...

Gülmek Sana YAKIŞMIYOR

Yazan: Unknown Tarih: 13 Ekim 2012 Cumartesi 2 yorum

Gülmek bu kadar mı bir insana yakışmaz..Bu kadar mı ucuz ve adi görünür..Bu kadın gerçekten gülmekten soğutur insanı.Sonradan yapma dişleri ağzından her an fırlayacakmış gibi duruyor. Neye, kime ya da niçin güldüğü çoğu zaman belli olmuyor. Hani istemsiz gülme diye birşey vardır ya. Karşındaki gülünce ister istemez gülersin. En çokta tv izlerken olur, ekrandaki adam gülüyorsa fark etmeden sende gülersin. İşte Saba Tümer'i izlerken bende tam tersi oluyor. o güldükçe, ben sinirleniyorum. Kadını duvardan duvara çarpıp, ıslatıp ıslatıp dövmek istiyorum.
Şimdilerde sabah programı yapıyor. Her sabah 3 saat canlı yayını var. Eğer siniriniz kaldrırsa bir izlemeye çalışın.Programın 2 saat 45 dakikası anlamsız kahkahalarla geçiyor.

Bazı insanlar var ki bu kadının iğrenç gülüşünün hastası. Hatta geçen gün vapurda bir teyze çok güzel kadın falan diyordu. Teyze herhalde körlüğün bir adım gerisindeydi. Yoksa bu denli hastalıklı soluk bir benize, çarpık kalın bacaklara ya da değirmen gibi bir popoya güzel demesi imkansızdı.

Bir de programa gelen konukları aşağılamaya çalışmıyor mu?? Allahım...Sanırsın haspam kraliçe elizabetin kankası.. Daha unutmadık oğlun yaşındaki tüyü bitmemiş delikanlılarla oynaştığını..İki kuzeni aynı anda idare ettiğini.

İşin özü bu kadına uyuz oluyorum.Hatta bir odaya kapatıp, dinlenip dinlenip dövmek istiyorum. Umarım az önce City's Zara'da kafasına indirdiğim elbise askısı aklını biraz başına getirmiştir. Hanımefendi elimdeki pantolunu almaya çalıştı.Sanki o değirmenini benim 38 beden pantolona sokabilecekmiş gibi. Kadife pantolunu alamadı ama askısı kafasına çok yakıştı.






DEVAMINI OKU...

Feyşın Viik...Oooo Yeee

Yazan: Unknown Tarih: 9 Ekim 2012 Salı 0 yorum
Gençler geri sayım başladı hatta bitmek üzere. Yarın feyşın vik başlıyor. Ama davetiyeler çoktaan bitmiş..Kocası zengin vasıfsız karılar bütün koltukları doldurmuş..Yani benim Kasımpaşalı Mualla ablam, Balatlı Feraye teyzem ya da Kuştepeli Hursever amcam o defilelere katılamayacak.


Ancak telaşa mahal yok..Ben bütün atölyeleri gezdim, bütün provalaro izledim.Şimdi bu sene ne modadır ne değildir tek tek anlatacağım.

Bu sene kış, yaz havasında geçecek..Rengarenk etekler, ceketler dolapları dolduracak. Turkuaz,sarı,narçiçeği ve morun tonları oldukça moda. Tabi siyah-beyaz uyumu da her zamanki renk skalasının en üstünde.

Özellikle Atıl Kutoğlu'nun koleksiyonu karşısında bayılmamak için kendimi zor tuttum.Provayı izlerken, kendimi gökkuşağının altından geçiyormuş gibi hissettim. Kenarda köşede altın da aramadım değil hani. Uçuşan elbiseler, ipek şifon karışımı gömlekler ve kalın tokalı kemerler beni benden aldı.

Bu arada benim gibilere kötü bir haber var bu kış..Topuklar almış başını gitmiş..En kısası 10 sanim diyeyim, siz gerisini anlayın.Bu sene sağa sola devrilerek yürüyen çok avrat göreceğiz belli.

Trençkotlar herzaman ki gibi çok çok çok moda. Ama blazer ceketlerin geri dönmesi de, poposu büyüklere derin bir oh çektirecek gibi gözüküyor. Dilek Hanif, Cengiz Abazoğlu gibi modacılar ise klasiğe geri dönmüşler. Diz altı kalem etekler, dar kalıp pantolonlar ve üste cuk diye oturan ceketler özellikle çalışan kadınları bir hayli mutlu edecek.


Feyşın vike katılan yabancı tasarımcıların ortak özelliği ise gece gündüz farkını ortadan kaldırmış olmaları.. O kadar şık elbiseler tasarlamışlar ki, altına babet üstüne ceket giy işe git,,babetle topuklu ayakkabıyı değiştir, ceketi çıkarıp trençkot giy alemlere ak..O denli yani..

Bu arada ufak bir not, defilelerde giyilen kıyafetler genellikle atölyelerde % 70 indirimle satılıyor. Bir kez giyildikleri için defolu sayılıyorlar.

Kasımpaşalı Mualla ablam, Balatlı Feraye teyzem ve Kuştepeli Hursever amcam, umarım anlamışsınızdır.. Çarşıda pazarda sizi rüküş görüp, bizimla diyılsın demek istemiyorum.








DEVAMINI OKU...

Türkan Şoray Sorunsalı

Yazan: Unknown Tarih: 6 Ekim 2012 Cumartesi 0 yorum

Kimine göre sultan, kimine göre yeri doldurulamaz bir oyuncu, kimine görede zarafetin simgesi. Benim için ise saçı taranması gereken pasif bir kadın.

Türk sinemasına onlarca filmle adını yazdırdı..Tamam eyvallah..Ama ya sonra..Bir hiç..Koskoca bir hiç.. Dişe dokunur tek bir kelime bile kalmamış hafızalarda. Türkan Şoray denince akıllara gelen tek şey, usta kalemlerden çıkan kusursuz senaryoların replikleri.

Bugün Altın Portakal Film Festivali'nde ödül aldı SULTAN. Belediye başkanı "bu ödül gerçek bir CUMHURİYET kadınına gidiyor" diye yaptı anonsunu. Türkan Şoray pahalı elbisesiyle çıktı sahneye, bir iki laf geveledi elleri ve sesi titreyerek. Teşekkürler falan.. Madem gerçek bir CUMHURİYET kadınıydı, şöyle zülfiyare dokunacak birkaç kelime bekledim kendisinden. Malum büyük ihtimalle cumhuriyeti gören son nesil olacağız. Kendiside AYDIN,DEMOKRAT ve ÖZGÜRLÜKÇÜ bir sanatçı ya..Dedim yaşadığımız şu boktan günlere atıfta bulunarak, okkalı bir kaç laf eder.Ama nerdeeee. Kameralara baktı,titrek gülümsemesi ve dağınık saçları ile poz verdi.

Geçen gün bir söyleşisini okumuştum. Gerçek bir sanatçı elini taşın altına sokmalı diyordu. SULTAN sen ne zaman elini taşın altına sokacaksın. Mezara girdiğinde mi? Bu arada unutmadan Şoray "Sosyal Sorumluluk Ödülü"nü aldı..İroniye gel





DEVAMINI OKU...

Elini Anamdan Çek

Yazan: Unknown Tarih: 2 Ekim 2012 Salı 0 yorum
Hayatım boyunca iyelik eklerinden bu kadar nefret ettiğim hiç olmamıştı. Benim,senin,onun..Herhalde daha ilkokul sıralarında öğrendik çekim eklerini.Anlamını ise 2001'den bu yana çok daha iyi anlıyoruz.
Bu ülkede artık herşeyin tek bir sahibi var..Üstelik eleştiriye de hiç tahammülü yok zat-ı muhteremin. 25 şehit verilmiş, vali şehri tanıtma derdinde. Kilimler, kaymaklar, sucuklar çıkmış ortaya..Gülümseyerek poz veriyor kameraya.Haliyle sesler yükseliyor. Vatandaş tepkisini ortaya koyuyor. Ama hemen açıklama geliyor iktidar sahibinden. Ben VALİME gerekenleri söyledim.
Bu sadece bir örnekti. Ama her konuşmada aynı iyelik eki onlarca kez kullanılıyor. Benim bakanım, benim belediye başkanım, benim vatandaşım, benim ülkem.. Yani diyor ki, zat-ı şahane, herşey benim; iktidar benim, tercihler benim, sahip olduğunuz herşey benim. Ya kabul edin ya da siktirin gidin.
Zaten farkındayız herşey senin..Devran ne zaman döner bilinmez ama o ana kadar her şey senin. Çöpten çıkan oy pusulaları senin, gemicikler senin, hergün can veren gencecik delikanlıların vebali senin, devlet kasasından uçup giden milyon dolarlar senin..
Dün bir açıklama daha geldi USTADAN. Yine iyelik ekleri başroldeydi. Aynen şöyle diyordu. "TÜRKİYE'NİN BÜTÜN ANALARI BENİM ANAM".Tamam ulan herşey senin de, bari anamı bana bırak. Zat-ı muhterem elini anamdan çek.
DEVAMINI OKU...

Üç Beş Çapulcu

Yazan: Unknown Tarih: 30 Eylül 2012 Pazar 0 yorum
Yurdum insanı belkide ilk kez bu denli büyük bir sivil direniş gösterdi..Türkiye çapında tam 87 bin kişi, bugün saatler 14:00'ı gösterdiğinde aynı anda döküldü meydanlara..Üstelik yalnız da değillerdi. Sadık dostları da eşlik etti bu yürüyüşte onlara.Zaten amaç sesi olmayan arkadaşların sesi olmak, utanç yasasının meclisten geçmesini engellemekti                                                                            

 Kalabalığın bir ucu Taksim Meydan'a vardığında, diğer ucu daha Tünel'deydi.Hareket dahi etmemişti. Emniyetin verilerine göre tam 10 bin kişi yürüdü bugün Taksim'de. Adana,Mersin,İzmir,Samsun,Antalya, Çanakkale...Ve daha birçok şehirde aynı ses yükseldi aynı anda. "KATİL MECLİS İSTEMİYORUZ" Peki bu haykırış duyuldu mu? İşte orası muamma, malum hükümetin kulağı muhalif seslere kapalı.

 Yani yasa tasarısına göre, sokak hayvanları barınaklarda yer olmadığı için uyutulacak..Tabi bu sözün kibarcası.Herhalde anayasaya katledeceğiz, soylarını tüketip yok edeceğiz yazmaya utandılar. Onbinlerin yürüdüğü eyleme yüzlerce gazeteci de katıldı. Kimisi canı gönülden destek için oradaydı, kimisi mabad öpmek için. Akit gazetesinin internet sitesine attığı başlık "Üç Beş Çapulcu Toplandı" Fotoğraflar ortada..Bu görüntü sadece kadraja sığdırabildiğim. Bir bu kadar da Tünel'de vardı. Polisin alana sokmadıklarını saymıyorum bile. Yani Akit Gazetesi muhabirinin ya gözü bozuk ya da saymayı bilmiyor gariban. AKAPEye yaranmak için bu kadar mı kör oldunuz yahu, ya da rantınız bu kadar mı yüksek ki, ölüme,,katliama göz yumuyorsunuz. Sorsam sizden dindarı, merhametlisi yok..Ama iş cukkaya gelince, değil zavallı hayvanların ölümüne, babanızı kesseler ses çıkarmazsınız değil mi?



Bu arada yürüyüş boyunca herhalde bin çeşit pankart gördüm. Ama içlerinde en yaratıcı olanı, bu genç arkadaşınkiydi. Harbiden gülmekten gözümden yaş geldi. Yaratıcı zekana kurban. Üç beş çapulcuya göre gayet zeka dolu bir pankarttı.







DEVAMINI OKU...

Sen Kimsin Hacı?

Yazan: Unknown Tarih: 25 Eylül 2012 Salı 2 yorum


Yüzlerce söz..Yüzlerce beste..O türküler eşliğinde hafızalara kazınmış anılar ve zamansız bir ölüm. İşte o anda milyonlar yas tutarken yaşandı bu sahne. Hem de hastane bahçesinde..Acı haber henüz alınmışken.

Neşet Ertaş..Tek kelimeyle İNSAN..Gerisi hikaye..Eski eşine olan aşkı...Onun uğruna yazdığı "LEYLA"lı türküler..Sazıdan dökülen nağmeler..Hepsi hem akıllara hem gönüllere kazındı.Toplumsal yaralara parmak basmaya korkmayan bir kahramandı belkide..Ya da devlet sanatçısı ünvanını kabul etmeyecek kadar gururlu ve mütevazı.. Ama ne oldu..Daha bedeninde kanı soğumadan, cibiliyetsizler çıktı sahneye. Camide mi tören yapılacakmış, cem evinde mi? Ne fark eder, giden gittikten, böyle bir değer göçtükten sonra.

Hastane bahçesinde bir arbede..Konu Neşet Ertaş alevi miydi yoksa sünni mi? İşte sorunun cevabı Neşet Ertaş'ın ağzından. 2 yıl önce Hürriyet gazetesine verdiği röportajdan..

''Bektaşi kültüründenim, Alevi kültürü, aynı kültür. Kendini bilen kişiler olarak inançların, ibadetlerin ne demek olduğunu biliyoruz, şeriat olsun, tarikat olsun. Ötekiler, berikiler, her kim, ne olursa olsun. Her millet Allah diyor kendi dilinde. Herkesin inancına benim saygım var. Bir birey olarak kendi doğrumun peşindeyim. Kimseye demem ki senin görüşün yanlış, kimsenin kimseye bunu deme hakkı da yok. Ben kendim diyeceksem Allah derim. Dileyeceksem özürümü ondan dilerim. Şu tarikat, bu şeriatta yokum ben. Neden yok, canları hak bildiğim için. Yaradan can olan analarımızın canıdır. Biz yaradılmış canız.'

Tabi ki büyük usta kendi inancına uygun uğurlansın..Ama bunun kavgası kameralar önünde, hastene bahçesinde yapılmasın..Kararı da üç beş siyasetçi değil, ailesi, çocukları versin.

Bugün bir gerçek daha ortaya çıktı bu acı kaybın arkasından..Devletin farklılığa tahammülü yok. Herkes aynı mezhepten, aynı ırktan olmak zorunda. Çünkü devlet cem evine giremiyor, o zaman ne olacak, cenaze devletin girdiği camiye gelecek. Yani Türkiye, farklı parçalardan oluşan bir mozaiktir cümlesi tamamen yalan. Herkes PADİŞAHIN soyundan,dininden olacak, onun dilini konuşacak. İşin garibi kimse de çıkıp SEN KİMSİN HACI demiyor..Bu soruyu aklından geçirmeyi dahi planlayanlar ise şimdi cezaevinde yatıyor.
DEVAMINI OKU...

Ses Kumpanyası

Yazan: Unknown Tarih: 23 Eylül 2012 Pazar 5 yorum




http://seskumpanyasi.tumblr.com/

Yukarıda linkini verdiğim bu site hayatımı değiştirdi desem yeridir.. Tesadüfen keşfettim..Belli ki bir hayli geç kalmışım, birçok fanı varmış. Aslında sadece bir internet sitesi değil SES KUMPANYASI.Başka diyarların, asla gidemeyeceğin bir hayal ülkesinin giriş kapısı gibi.. Görüntü yok, his yok ama derinden gelen sesler herşeyi anlatmaya yetiyorda artıyor bile.


Eskilerin sürekli ve özlem anlattığı radyo tiyatroları gibi. Bizim evde vardı bir tane eski radyo. Hurdacıya satsan 10 lira bile etmez, o kadar döküntü hani. Ama dedem bir türlü vazgeçmezdi ondan. Her akşam saat 10'da açılırdı o radyo, başlardı tiyatro. Dedem işini gücünü bırakır 45 dakika kulağını dayardı radyoya. Üstelik eşlik ederdi oynanan oyuna. Arada bir sesi gelirdi dedemin; bu lakırdılar hiç hayra alamet değil..Ya da ,ah yazık çocuğa pek de seviyordu Bedirmah hatunu, gibi.. O zamanlar pek anlamıyordum dedemin bu işten ne keyif aldığını..Neden radyo tiyatrosunun bu kadar önemli olduğunu. İhtiyar işte..vakit geçiriyor diye düşünüyordum. Ama SES KUMPANYASI ile tanışınca anladım dedemi.. Orada bir hayat, görmediğin tanımadığın ama büyük merakla takip ettiğin insanların hayatları var. Bazen Nazım Hikmet'in bir şiiri ete kemiğe bürünüyor,bazen Brecht tozlu sayfaların arasından fırlayıp size göz kırpıyor. Fark ettim ki, aynı dedem gibi bende bu sanal dünyanın gerçek kahramanlarını dinlemeye başlayınca duramıyorum. Adeta bağımlısı oldum.

Üstelik yeni çağın radyo tiyatrosuna birbirinden ünlü isimler hayat veriyor. Kendilerini göremesenizde, Fırat Tanış, Şebnem Sönmez,Cüneyt Uzunlar gibi üstatlar o güzel sesleri ile sizi evinizden alıp varolmayan diyara götürüyorlar.Kesinlikle bir göz atmanızı tavsiye ederim.İşte benim favorim; http://seskumpanyasi.tumblr.com/post/25447414397/dilalti-ses-duzeni-resit-goz-damla-anlat-c-ve
DEVAMINI OKU...

Sana Sevdanın Yolları Bana Kurşunlar

Yazan: Unknown Tarih: 3 yorum
Ne güzel şarkıydı değil mi?.. Nilüfer ve Kayahan'ın sevgili olduğunu sandığım çocukluk dönemime ait, hala bütün sözlerini ezbere bildiğim bir şarkı.. Böyle içlene içlene dertli dertli eşlik ederdim Kayahan'a.. Sanki aşık olmuşum  ya da aşkın ne olduğunu bir tek ben bilirmişim gibi.. Halbuki o zamanlar benim için aşk demek  Barbie ve Ken'in aynı kutuda yan yana durması demekti..Ama bugün şarkının sözlerinin gerçek manasını anladım galiba. Sayın Bülent Arınç'a teşekkürü bir borç bilirim bu nedenle.

Büyük Devletten Büyük Önlem

Neredeyse her sabah aynı güne uyanıyoruz.. Bir yanda gencecik adamlar analarının, babalarının omzunda son yolculuğa uğurlanırken, bir yanda o şehitlere her an yenileri ekleniyor. Artık şehit olmadığı gün haber yapılıp, çok şükür bugün şehit yok denilmesini bekler oldum. İşte böyle bir ortamda büyük devlet elini taşın altına koydu. Az önce haberlerde izledim, bizzat Bülent Arınç açıkladı..Zırhlı araçlar alınacak dedi.. Ohh dedim, nihayet hiç uğruna yitip giden askerlerin artık canları daha sıkı korunacak..Malum daha geçen hafta Bingöl'de hemde bir iki gün arayla aynı yerde iki saldırı gerçekleşti. Savunmasız, silahsız askerler şehit edildi. Bildiğin belediye otobüsünden hallice bir otobüsle taşınıyorlardı.

Bana Zırhlı Araçlar Sana Kurşunlar

Meğerse zırhlı araçlar mehmetçik için değil, bürokratlar içinmiş. Yani artık doğuda görev yapan valiler, kaymakamlar zırhlı araç kullanacak, terör saldırılarından korunacak..


Peki ya askerler.. Kimin umurunda. Zaten askerlik yan gelip yatma yeri değildi, değil mi?! Zat-ı muhterem böyle buyurmuştu. Onlar yine kelle koltukta yaşamaya devam edecek. Tabi valilere, kaymakamlara zırhlı araç alınsın, koruma verilsin. Sonları Tunceli'deki savcı gibi olmasın. Murat Uzun gibi onlarda eşlerinin, çocuklarının gözü önünde başlarına sıkılan kalleş bir kurşunla ölmesin. Ama hayattaki en kıymetli varlıklarını, çocuklarını devlete teslim eden anne babalar, o genç çocuklarda düşünülsün. Devlet emanete hıyanet etmesin. Yani işin özü, ceylan derisi koltuklarında mabad büyütenler, Kayahan'ın şarkısını yanlış anlayıp; bana zırhlı araçlar sana kurşunlar demesin.

DEVAMINI OKU...

En Korktuğum Canlılar

Yazan: Unknown Tarih: 4 yorum



Kimi hızdan, kimi yükseklikten,kimi  de palyaçolardan korkar..Bu korku öyle bir takıntı haline gelirki, bazen insanın hayatını alt üst eder..Benim hayattaki en büyük korkum ise resmini aşağıda gördüğünüz bu canavar ve türevleri.

Adı Burak..Biz aramızda çişli kakalı diye hitap ediyoruz..Henüz 40 günlük bile değil..  Ama nefes alması bile beni korkutmaya yetiyor. Anası benim can dostum..Bu sene birlikte geçirdiğimiz 24. yılımız..Yani neredeyse çeyrek asırdır arkadaşız..Babası ise 3 yıl önce katıldı aramıza ama severim keratayı..Kankutum olur kendisi.. Neyse Burak’a nağmı diğer çişli kakalıya dönelim. 18 Ağustos sabahı katıldı aramıza. Aslan burcu olsun diye anası gidip erken erken doğurdu.

Şeytanın Sevimli  Yüzleri

Hayatım boyunca hiç çocuk sevmedim..Hatta bir iki istisna dışında kucağıma almışlığım ya da agugibidigi şeklinde şarlatanlık yapmışlığım dahi yok. Bana itici ve sinsi geliyorlar. Şeytan gibiler. İstediklerini almak için yapmayacakları yok. Ağlamak, halının ortasına sıçmak, yemeği yere atmak bu taktiklerden sadece birkaçı.. Üstelik hepsi mal cambazı. Kendi ayağıma aldığım ayakkabıya 100 lira veriyorsam,  10 numara küçük bebe ayakkabısı almak için 200 lira vermem gerekiyor. Hem daha az malzeme kullanıyorlar, hem de daha çok para istiyorlar

18 Ağustos Değiştirdi Beni

Dedim ya Burak benim Ahiretliğin oğlu..Geçtiğimiz ay doğdu.  Doğum anında orada olmadığım için hala vicdan azabı çekiyorum..Telefon açıp bilgi almaya çalıştıklarıma ise hala lanet okuyorum. Adamlara durum ne diyorum. Bebek şöyle güzel, böyle güzel diyorlar. Ulan bebek umrumda değilki, anası lazım bana..Onun durumunu söyleyin be insafsızlar. Neyse her ikisi de domuz gibi çıktı ameliyathaneden..Ve bir anda kalabalıklaştı ailemiz. O akşam hastaneye gittiğimde, ahretliğimin yüzüne baktım..Yorgunluğun altına gizlenmiş bir mutluluk, bir gurur vardı yüzünde. O an anladım ,ben bu çocuğu sevmek zorundayım. Çünkü anasını seviyorum..Hem de böbreğim, safra kesem kadar.  





Sonra günler geçtikçe alıştım çişli kakalıya..Hatta aramızda bir bağ oluştu..İnanılmaz ama sesimi tanıyor,sanki hareketleri ile korkma la diyor. Ben ise narkotik köpeği kıvamındaki burnumla, altına yaptığını 1 kilometre uzaktan bile anlıyorum. Diyeceğim o ki, korku dediğin bazen sevgiye dönüşüyor. Size hızı sevin, gidin 100 kilometre ile duvara çarpın geberin ya da yükseklik  korkunuzu yenmek için kendini pikaçu sanan çocuk gibi çatıdan atlayın demiyorum..Ama deneyin..Bazen sonuçları güzel oluyor. Ben denedim..Hiç yoktan teyze oldum. Hala çocuğu kucağıma almaya, dokunmaya korksam da, bence ilerleme konusunda fena sayılmam.
DEVAMINI OKU...

Başına Balyoz İnen Kadınlar

Yazan: Unknown Tarih: 22 Eylül 2012 Cumartesi 2 yorum

2003'ten bu yana neredeyse her haber bülteninde, her akşam aynı şeyleri dinliyoruz, izliyoruz. Evlerde bomba bulundu, bilgisayaralarda belgeler çıktı falan filan.. Karmaşanın 2 adı vardı..Ergenekon ve Balyoz.. Askerler, siviller, yazarlar, aydınlar..Yani AKP'nin işine kim gelmiyorsa, kimin sesi biraz yüksek çıkıyorsa, hele bir de düşünüp, düşündüğünüde yazıyorsa, çat diye alındı içeri .En sonunda 9 yılın ardından, Balyoz'da karar açıklandı Cuma günü.En iyi halle yırtan 16 yıl yedi

İki Ucu Bilinmeyen Denklem

En yüksek cezayı örgüt lideri olmakla suçlanan Çetin Doğan paşa aldı..Tam 18 yıl..Darbeye EKSİK TEŞEBBÜSLE suçlanıyordu..Tabi yine hakimler insaflı davrandı. Çünkü Doğan için savcı müebbet istemişti. Ama bu sonuç garip bir denklemde yarattı. Eğer darbeye eksik teşebbüsle suçlanan bir paşa müebbetle yargılanıp 18 yıl alıyorsa, darbe yapıp, işkence ile yüzlerce faili meçhule sebep olan, ekonomiyi alt üst eden, kısaca ülkenin içine sıçan zat-ı şahanenin cezası ne olmalı?

A)Ressam olmalı
B)Dolgun bir cumhurbaşkanı maaşı almalı
C)Bi siktir git netekim
D)Darbe derken Hürrem'in Mahidevran'ı Manisa'ya sürdürmesini mi kastettiniz?

Fönlü Saçlarla Ağlanmaz

Cuma günü, Silivri'de Balyoz davasının sonucu belli oldu.5 bin sayfalık iddianameden neredeyse 5 bin yıllık hapis cezası çıktı.İçeride durum neydi bilmiyorum ama dışarısı dökülüyordu. Ağlayanlar, bayılanlar..Çoğu paşa eşi,çocuğu kapıda yığıldı kaldı cezaları duyuncu..Ama bir kesimin, özellikle de imamların dikkatini bir tek şey çekti..Kadınların saçları, makyajları, kıyafetleri..Vay efendim sefahat dönemi bitmişmiş,,bunları ne mal olduğu saçlarından belliymiş falan filan..




Ama farkında değiller ki o kadınlar o kapıya binbir umutla gittiler.Belki de eşlerinin, babalarının tahliye olacağından o denli emindiler ki, kutlama için hazırlıkı yaptılar. İçeriden çıkanlara güzel gözükmek için süslendiler.Belki de hayat tarzları böyleydi kime ne..Ama başı açık ya, bakımlı ya hele bir de saç sarıysa, kaçarın yok yollusun demek kimilerine göre

Sökülen Apoletler

Bugün Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bir açıklama yaptı..İtiraz hakları var dedi..Ancak o konuşmada bir tek şey dikkatimi çekti. Ne olursa olsun askeriyeden ihraç edilecekler, apoletleri sökülecek dendi..Yani bir ömür omuza takmak için uğraşılan apoletler, sanal bir davanın, şaibeli kararı ile sökülüp atılacak. İşin önemli yanı ise; aslında sökülen apolet değil, itibar. TSK'nın askerleri..Hayatları askeri okullarda geçmiş..Yani başka bir iş bilmiyorlar..Bütün sosyal çevreleri, hayatları en önemlisi ekmek kapıları askerlik. Ve şimdi bir anlamda hayatları ellerinden alınıyor.

Dışarıda Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

Şimdi askerlerin durumu ne olacak, Yargıtay karar verecek..Ama sonuç ne olursa olsun evdeki kadınların başına indi bile koca bir balyoz.Maruz kaldıkları baskı, dışlanma hissi ve yandaş medyanın hakaretlerini saymıyorum bile..Ancak onların birçoğu artık çalışmak zorunda olan ev hanımları.Çünkü eşleri ister içeride kalsın, ister dışarı çıksın, hiçbirinin artık bir işi yok..İşleri olmadığı gibi itibarları da yok. Yani işin özü balyoz asıl kadınların başına indi..Üstelik yargı, askerler gibi eksik teşebbüste de bulunmadı.
DEVAMINI OKU...

Tayyip'i Beklerken

Yazan: Unknown Tarih: 2 yorum
Başbakanım Çok Yaşa

Cumartesi  gecesi ve İstanbul trafiği..Her canlının korktuğu türden bir ikili..Ben de bugün aynı korku ile çıktım işten..Hatta bozuk paralarımı arabanın küllüğüne doldurup, yolda alacağım kağıt helva, simit, markasını daha önce hiç duymadığım bir şişe su gibi şeylerin hayalini kurmaya başladım.. Ama o da ne yol bomboş..

Boğaz Köprüsü- Cumartesi Akşamı - 20:35
Daha önceleri pazar sabahlarında dahi en az 20 dakikada girebildiğim köprü yoluna, Taksim'den sadece 10 dakikada vardım..Üstelik bir eskort eşliğinde. Ne kırmızı ışıkta durdum, ne kavşaklarda karşı yönden gelen araca yol verdim. Üstelik bir kesimin yerden yere vurduğu polisler bana çok yardımcı oldu.Ne zaman kırmızı ışık yansa "devam et bacım" şeklinde beni evime erken ulaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.

Yıkıldığım An

Taksim Meydan'dan köprüye kadar en az 300 polis gördüm yol kenarlarında..Köprü üstündeki jammerları ve kobraları söylemiyorum bile..Allahım dedim kendi kendime en sonunda hak ettiğimi değeri veriyor Türkiye bana..Ama o da ne..Aynaya bir baktım arkamda bir ordu..Acaba dedim balyoz ya da ergenekondan hakkımda tutuklama kararı çıktı da benim mi haberim yok..Kısa sürede anladım yaşadığım güzel anların nedenini. Yanıma siyah bir araba yaklaştı..Camı hafif aralık..Bir an için göz göze geldik padişah hazretleri ile. Evet evet bu hazırlığın sebebi RTE idi..Zat-ı muhterem evine erkenden ve rahatça varsın diye birçok yol kapatılmış, köprü trafiği hafifletilmiş.Yani Başbakanım Eminesine kavuşsun diye, bindiği arabanın benzin parasını ödeyen vatandaş cinnete mahkum edilmiş.

Hayattan Bıkan Polis

Dedim ya yol polis dolu..Padişahıma yol verdikten sonra köprü çıkışında bir polise sordum, hayırdır hacı kaç saattir buradasın dedim. Önce bi siktir git bacım der gibi baktı, sonra o kadar uzun süredir yalnızmış ki yol kenarında, içini dökmeye başladı. Başbakan saat 20:45'te köprüden geçecek diye öğlen 2'den beri orada bekliyormuş.Vallahi sol ayağımı hissetmiyorum ayakta durmaktan dedi..Çünkü arabanın içinde beklemeleri yasakmış..Neredeyse yasla başını omzuma ve ağla diyecektim, o kadar üzüldüm haline..Ama üzüntüm bir anda geçti duyduğum sözlerle..Çünkü genç polis yaptığı kutsal görevin farkındaydı. Ne yapalım bacım biz bekleriz yeter ki, başbakanımıza bir zeval gelmesin..Biz onun için ölürüz bile dedi..İyi nöbetler deyip arabaya geri döndüm.Kapıyı kapatınca da, sana bu nöbet müstahak pezevenk, beter ol dedim kendi kendime.

Padişahım Sayesinde

Bütün bunlara rağmen evime zamanından 1 saat önce varmanın gururu içindeyim..Üstelik küllüğe doldurduğum bozuk paralarda cebime kaldı..Mecidiyeköy'de yolda kalanlar için söyleyeceğim tek birşey var. Zat-ı muhteremin de dediği gibi, durmak yok yola devam..






DEVAMINI OKU...