Üç Beş Çapulcu

Yazan: Unknown Tarih: 30 Eylül 2012 Pazar 0 yorum
Yurdum insanı belkide ilk kez bu denli büyük bir sivil direniş gösterdi..Türkiye çapında tam 87 bin kişi, bugün saatler 14:00'ı gösterdiğinde aynı anda döküldü meydanlara..Üstelik yalnız da değillerdi. Sadık dostları da eşlik etti bu yürüyüşte onlara.Zaten amaç sesi olmayan arkadaşların sesi olmak, utanç yasasının meclisten geçmesini engellemekti                                                                            

 Kalabalığın bir ucu Taksim Meydan'a vardığında, diğer ucu daha Tünel'deydi.Hareket dahi etmemişti. Emniyetin verilerine göre tam 10 bin kişi yürüdü bugün Taksim'de. Adana,Mersin,İzmir,Samsun,Antalya, Çanakkale...Ve daha birçok şehirde aynı ses yükseldi aynı anda. "KATİL MECLİS İSTEMİYORUZ" Peki bu haykırış duyuldu mu? İşte orası muamma, malum hükümetin kulağı muhalif seslere kapalı.

 Yani yasa tasarısına göre, sokak hayvanları barınaklarda yer olmadığı için uyutulacak..Tabi bu sözün kibarcası.Herhalde anayasaya katledeceğiz, soylarını tüketip yok edeceğiz yazmaya utandılar. Onbinlerin yürüdüğü eyleme yüzlerce gazeteci de katıldı. Kimisi canı gönülden destek için oradaydı, kimisi mabad öpmek için. Akit gazetesinin internet sitesine attığı başlık "Üç Beş Çapulcu Toplandı" Fotoğraflar ortada..Bu görüntü sadece kadraja sığdırabildiğim. Bir bu kadar da Tünel'de vardı. Polisin alana sokmadıklarını saymıyorum bile. Yani Akit Gazetesi muhabirinin ya gözü bozuk ya da saymayı bilmiyor gariban. AKAPEye yaranmak için bu kadar mı kör oldunuz yahu, ya da rantınız bu kadar mı yüksek ki, ölüme,,katliama göz yumuyorsunuz. Sorsam sizden dindarı, merhametlisi yok..Ama iş cukkaya gelince, değil zavallı hayvanların ölümüne, babanızı kesseler ses çıkarmazsınız değil mi?



Bu arada yürüyüş boyunca herhalde bin çeşit pankart gördüm. Ama içlerinde en yaratıcı olanı, bu genç arkadaşınkiydi. Harbiden gülmekten gözümden yaş geldi. Yaratıcı zekana kurban. Üç beş çapulcuya göre gayet zeka dolu bir pankarttı.







DEVAMINI OKU...

Sen Kimsin Hacı?

Yazan: Unknown Tarih: 25 Eylül 2012 Salı 2 yorum


Yüzlerce söz..Yüzlerce beste..O türküler eşliğinde hafızalara kazınmış anılar ve zamansız bir ölüm. İşte o anda milyonlar yas tutarken yaşandı bu sahne. Hem de hastane bahçesinde..Acı haber henüz alınmışken.

Neşet Ertaş..Tek kelimeyle İNSAN..Gerisi hikaye..Eski eşine olan aşkı...Onun uğruna yazdığı "LEYLA"lı türküler..Sazıdan dökülen nağmeler..Hepsi hem akıllara hem gönüllere kazındı.Toplumsal yaralara parmak basmaya korkmayan bir kahramandı belkide..Ya da devlet sanatçısı ünvanını kabul etmeyecek kadar gururlu ve mütevazı.. Ama ne oldu..Daha bedeninde kanı soğumadan, cibiliyetsizler çıktı sahneye. Camide mi tören yapılacakmış, cem evinde mi? Ne fark eder, giden gittikten, böyle bir değer göçtükten sonra.

Hastane bahçesinde bir arbede..Konu Neşet Ertaş alevi miydi yoksa sünni mi? İşte sorunun cevabı Neşet Ertaş'ın ağzından. 2 yıl önce Hürriyet gazetesine verdiği röportajdan..

''Bektaşi kültüründenim, Alevi kültürü, aynı kültür. Kendini bilen kişiler olarak inançların, ibadetlerin ne demek olduğunu biliyoruz, şeriat olsun, tarikat olsun. Ötekiler, berikiler, her kim, ne olursa olsun. Her millet Allah diyor kendi dilinde. Herkesin inancına benim saygım var. Bir birey olarak kendi doğrumun peşindeyim. Kimseye demem ki senin görüşün yanlış, kimsenin kimseye bunu deme hakkı da yok. Ben kendim diyeceksem Allah derim. Dileyeceksem özürümü ondan dilerim. Şu tarikat, bu şeriatta yokum ben. Neden yok, canları hak bildiğim için. Yaradan can olan analarımızın canıdır. Biz yaradılmış canız.'

Tabi ki büyük usta kendi inancına uygun uğurlansın..Ama bunun kavgası kameralar önünde, hastene bahçesinde yapılmasın..Kararı da üç beş siyasetçi değil, ailesi, çocukları versin.

Bugün bir gerçek daha ortaya çıktı bu acı kaybın arkasından..Devletin farklılığa tahammülü yok. Herkes aynı mezhepten, aynı ırktan olmak zorunda. Çünkü devlet cem evine giremiyor, o zaman ne olacak, cenaze devletin girdiği camiye gelecek. Yani Türkiye, farklı parçalardan oluşan bir mozaiktir cümlesi tamamen yalan. Herkes PADİŞAHIN soyundan,dininden olacak, onun dilini konuşacak. İşin garibi kimse de çıkıp SEN KİMSİN HACI demiyor..Bu soruyu aklından geçirmeyi dahi planlayanlar ise şimdi cezaevinde yatıyor.
DEVAMINI OKU...

Ses Kumpanyası

Yazan: Unknown Tarih: 23 Eylül 2012 Pazar 5 yorum




http://seskumpanyasi.tumblr.com/

Yukarıda linkini verdiğim bu site hayatımı değiştirdi desem yeridir.. Tesadüfen keşfettim..Belli ki bir hayli geç kalmışım, birçok fanı varmış. Aslında sadece bir internet sitesi değil SES KUMPANYASI.Başka diyarların, asla gidemeyeceğin bir hayal ülkesinin giriş kapısı gibi.. Görüntü yok, his yok ama derinden gelen sesler herşeyi anlatmaya yetiyorda artıyor bile.


Eskilerin sürekli ve özlem anlattığı radyo tiyatroları gibi. Bizim evde vardı bir tane eski radyo. Hurdacıya satsan 10 lira bile etmez, o kadar döküntü hani. Ama dedem bir türlü vazgeçmezdi ondan. Her akşam saat 10'da açılırdı o radyo, başlardı tiyatro. Dedem işini gücünü bırakır 45 dakika kulağını dayardı radyoya. Üstelik eşlik ederdi oynanan oyuna. Arada bir sesi gelirdi dedemin; bu lakırdılar hiç hayra alamet değil..Ya da ,ah yazık çocuğa pek de seviyordu Bedirmah hatunu, gibi.. O zamanlar pek anlamıyordum dedemin bu işten ne keyif aldığını..Neden radyo tiyatrosunun bu kadar önemli olduğunu. İhtiyar işte..vakit geçiriyor diye düşünüyordum. Ama SES KUMPANYASI ile tanışınca anladım dedemi.. Orada bir hayat, görmediğin tanımadığın ama büyük merakla takip ettiğin insanların hayatları var. Bazen Nazım Hikmet'in bir şiiri ete kemiğe bürünüyor,bazen Brecht tozlu sayfaların arasından fırlayıp size göz kırpıyor. Fark ettim ki, aynı dedem gibi bende bu sanal dünyanın gerçek kahramanlarını dinlemeye başlayınca duramıyorum. Adeta bağımlısı oldum.

Üstelik yeni çağın radyo tiyatrosuna birbirinden ünlü isimler hayat veriyor. Kendilerini göremesenizde, Fırat Tanış, Şebnem Sönmez,Cüneyt Uzunlar gibi üstatlar o güzel sesleri ile sizi evinizden alıp varolmayan diyara götürüyorlar.Kesinlikle bir göz atmanızı tavsiye ederim.İşte benim favorim; http://seskumpanyasi.tumblr.com/post/25447414397/dilalti-ses-duzeni-resit-goz-damla-anlat-c-ve
DEVAMINI OKU...

Sana Sevdanın Yolları Bana Kurşunlar

Yazan: Unknown Tarih: 3 yorum
Ne güzel şarkıydı değil mi?.. Nilüfer ve Kayahan'ın sevgili olduğunu sandığım çocukluk dönemime ait, hala bütün sözlerini ezbere bildiğim bir şarkı.. Böyle içlene içlene dertli dertli eşlik ederdim Kayahan'a.. Sanki aşık olmuşum  ya da aşkın ne olduğunu bir tek ben bilirmişim gibi.. Halbuki o zamanlar benim için aşk demek  Barbie ve Ken'in aynı kutuda yan yana durması demekti..Ama bugün şarkının sözlerinin gerçek manasını anladım galiba. Sayın Bülent Arınç'a teşekkürü bir borç bilirim bu nedenle.

Büyük Devletten Büyük Önlem

Neredeyse her sabah aynı güne uyanıyoruz.. Bir yanda gencecik adamlar analarının, babalarının omzunda son yolculuğa uğurlanırken, bir yanda o şehitlere her an yenileri ekleniyor. Artık şehit olmadığı gün haber yapılıp, çok şükür bugün şehit yok denilmesini bekler oldum. İşte böyle bir ortamda büyük devlet elini taşın altına koydu. Az önce haberlerde izledim, bizzat Bülent Arınç açıkladı..Zırhlı araçlar alınacak dedi.. Ohh dedim, nihayet hiç uğruna yitip giden askerlerin artık canları daha sıkı korunacak..Malum daha geçen hafta Bingöl'de hemde bir iki gün arayla aynı yerde iki saldırı gerçekleşti. Savunmasız, silahsız askerler şehit edildi. Bildiğin belediye otobüsünden hallice bir otobüsle taşınıyorlardı.

Bana Zırhlı Araçlar Sana Kurşunlar

Meğerse zırhlı araçlar mehmetçik için değil, bürokratlar içinmiş. Yani artık doğuda görev yapan valiler, kaymakamlar zırhlı araç kullanacak, terör saldırılarından korunacak..


Peki ya askerler.. Kimin umurunda. Zaten askerlik yan gelip yatma yeri değildi, değil mi?! Zat-ı muhterem böyle buyurmuştu. Onlar yine kelle koltukta yaşamaya devam edecek. Tabi valilere, kaymakamlara zırhlı araç alınsın, koruma verilsin. Sonları Tunceli'deki savcı gibi olmasın. Murat Uzun gibi onlarda eşlerinin, çocuklarının gözü önünde başlarına sıkılan kalleş bir kurşunla ölmesin. Ama hayattaki en kıymetli varlıklarını, çocuklarını devlete teslim eden anne babalar, o genç çocuklarda düşünülsün. Devlet emanete hıyanet etmesin. Yani işin özü, ceylan derisi koltuklarında mabad büyütenler, Kayahan'ın şarkısını yanlış anlayıp; bana zırhlı araçlar sana kurşunlar demesin.

DEVAMINI OKU...

En Korktuğum Canlılar

Yazan: Unknown Tarih: 4 yorum



Kimi hızdan, kimi yükseklikten,kimi  de palyaçolardan korkar..Bu korku öyle bir takıntı haline gelirki, bazen insanın hayatını alt üst eder..Benim hayattaki en büyük korkum ise resmini aşağıda gördüğünüz bu canavar ve türevleri.

Adı Burak..Biz aramızda çişli kakalı diye hitap ediyoruz..Henüz 40 günlük bile değil..  Ama nefes alması bile beni korkutmaya yetiyor. Anası benim can dostum..Bu sene birlikte geçirdiğimiz 24. yılımız..Yani neredeyse çeyrek asırdır arkadaşız..Babası ise 3 yıl önce katıldı aramıza ama severim keratayı..Kankutum olur kendisi.. Neyse Burak’a nağmı diğer çişli kakalıya dönelim. 18 Ağustos sabahı katıldı aramıza. Aslan burcu olsun diye anası gidip erken erken doğurdu.

Şeytanın Sevimli  Yüzleri

Hayatım boyunca hiç çocuk sevmedim..Hatta bir iki istisna dışında kucağıma almışlığım ya da agugibidigi şeklinde şarlatanlık yapmışlığım dahi yok. Bana itici ve sinsi geliyorlar. Şeytan gibiler. İstediklerini almak için yapmayacakları yok. Ağlamak, halının ortasına sıçmak, yemeği yere atmak bu taktiklerden sadece birkaçı.. Üstelik hepsi mal cambazı. Kendi ayağıma aldığım ayakkabıya 100 lira veriyorsam,  10 numara küçük bebe ayakkabısı almak için 200 lira vermem gerekiyor. Hem daha az malzeme kullanıyorlar, hem de daha çok para istiyorlar

18 Ağustos Değiştirdi Beni

Dedim ya Burak benim Ahiretliğin oğlu..Geçtiğimiz ay doğdu.  Doğum anında orada olmadığım için hala vicdan azabı çekiyorum..Telefon açıp bilgi almaya çalıştıklarıma ise hala lanet okuyorum. Adamlara durum ne diyorum. Bebek şöyle güzel, böyle güzel diyorlar. Ulan bebek umrumda değilki, anası lazım bana..Onun durumunu söyleyin be insafsızlar. Neyse her ikisi de domuz gibi çıktı ameliyathaneden..Ve bir anda kalabalıklaştı ailemiz. O akşam hastaneye gittiğimde, ahretliğimin yüzüne baktım..Yorgunluğun altına gizlenmiş bir mutluluk, bir gurur vardı yüzünde. O an anladım ,ben bu çocuğu sevmek zorundayım. Çünkü anasını seviyorum..Hem de böbreğim, safra kesem kadar.  





Sonra günler geçtikçe alıştım çişli kakalıya..Hatta aramızda bir bağ oluştu..İnanılmaz ama sesimi tanıyor,sanki hareketleri ile korkma la diyor. Ben ise narkotik köpeği kıvamındaki burnumla, altına yaptığını 1 kilometre uzaktan bile anlıyorum. Diyeceğim o ki, korku dediğin bazen sevgiye dönüşüyor. Size hızı sevin, gidin 100 kilometre ile duvara çarpın geberin ya da yükseklik  korkunuzu yenmek için kendini pikaçu sanan çocuk gibi çatıdan atlayın demiyorum..Ama deneyin..Bazen sonuçları güzel oluyor. Ben denedim..Hiç yoktan teyze oldum. Hala çocuğu kucağıma almaya, dokunmaya korksam da, bence ilerleme konusunda fena sayılmam.
DEVAMINI OKU...

Başına Balyoz İnen Kadınlar

Yazan: Unknown Tarih: 22 Eylül 2012 Cumartesi 2 yorum

2003'ten bu yana neredeyse her haber bülteninde, her akşam aynı şeyleri dinliyoruz, izliyoruz. Evlerde bomba bulundu, bilgisayaralarda belgeler çıktı falan filan.. Karmaşanın 2 adı vardı..Ergenekon ve Balyoz.. Askerler, siviller, yazarlar, aydınlar..Yani AKP'nin işine kim gelmiyorsa, kimin sesi biraz yüksek çıkıyorsa, hele bir de düşünüp, düşündüğünüde yazıyorsa, çat diye alındı içeri .En sonunda 9 yılın ardından, Balyoz'da karar açıklandı Cuma günü.En iyi halle yırtan 16 yıl yedi

İki Ucu Bilinmeyen Denklem

En yüksek cezayı örgüt lideri olmakla suçlanan Çetin Doğan paşa aldı..Tam 18 yıl..Darbeye EKSİK TEŞEBBÜSLE suçlanıyordu..Tabi yine hakimler insaflı davrandı. Çünkü Doğan için savcı müebbet istemişti. Ama bu sonuç garip bir denklemde yarattı. Eğer darbeye eksik teşebbüsle suçlanan bir paşa müebbetle yargılanıp 18 yıl alıyorsa, darbe yapıp, işkence ile yüzlerce faili meçhule sebep olan, ekonomiyi alt üst eden, kısaca ülkenin içine sıçan zat-ı şahanenin cezası ne olmalı?

A)Ressam olmalı
B)Dolgun bir cumhurbaşkanı maaşı almalı
C)Bi siktir git netekim
D)Darbe derken Hürrem'in Mahidevran'ı Manisa'ya sürdürmesini mi kastettiniz?

Fönlü Saçlarla Ağlanmaz

Cuma günü, Silivri'de Balyoz davasının sonucu belli oldu.5 bin sayfalık iddianameden neredeyse 5 bin yıllık hapis cezası çıktı.İçeride durum neydi bilmiyorum ama dışarısı dökülüyordu. Ağlayanlar, bayılanlar..Çoğu paşa eşi,çocuğu kapıda yığıldı kaldı cezaları duyuncu..Ama bir kesimin, özellikle de imamların dikkatini bir tek şey çekti..Kadınların saçları, makyajları, kıyafetleri..Vay efendim sefahat dönemi bitmişmiş,,bunları ne mal olduğu saçlarından belliymiş falan filan..




Ama farkında değiller ki o kadınlar o kapıya binbir umutla gittiler.Belki de eşlerinin, babalarının tahliye olacağından o denli emindiler ki, kutlama için hazırlıkı yaptılar. İçeriden çıkanlara güzel gözükmek için süslendiler.Belki de hayat tarzları böyleydi kime ne..Ama başı açık ya, bakımlı ya hele bir de saç sarıysa, kaçarın yok yollusun demek kimilerine göre

Sökülen Apoletler

Bugün Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç bir açıklama yaptı..İtiraz hakları var dedi..Ancak o konuşmada bir tek şey dikkatimi çekti. Ne olursa olsun askeriyeden ihraç edilecekler, apoletleri sökülecek dendi..Yani bir ömür omuza takmak için uğraşılan apoletler, sanal bir davanın, şaibeli kararı ile sökülüp atılacak. İşin önemli yanı ise; aslında sökülen apolet değil, itibar. TSK'nın askerleri..Hayatları askeri okullarda geçmiş..Yani başka bir iş bilmiyorlar..Bütün sosyal çevreleri, hayatları en önemlisi ekmek kapıları askerlik. Ve şimdi bir anlamda hayatları ellerinden alınıyor.

Dışarıda Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

Şimdi askerlerin durumu ne olacak, Yargıtay karar verecek..Ama sonuç ne olursa olsun evdeki kadınların başına indi bile koca bir balyoz.Maruz kaldıkları baskı, dışlanma hissi ve yandaş medyanın hakaretlerini saymıyorum bile..Ancak onların birçoğu artık çalışmak zorunda olan ev hanımları.Çünkü eşleri ister içeride kalsın, ister dışarı çıksın, hiçbirinin artık bir işi yok..İşleri olmadığı gibi itibarları da yok. Yani işin özü balyoz asıl kadınların başına indi..Üstelik yargı, askerler gibi eksik teşebbüste de bulunmadı.
DEVAMINI OKU...

Tayyip'i Beklerken

Yazan: Unknown Tarih: 2 yorum
Başbakanım Çok Yaşa

Cumartesi  gecesi ve İstanbul trafiği..Her canlının korktuğu türden bir ikili..Ben de bugün aynı korku ile çıktım işten..Hatta bozuk paralarımı arabanın küllüğüne doldurup, yolda alacağım kağıt helva, simit, markasını daha önce hiç duymadığım bir şişe su gibi şeylerin hayalini kurmaya başladım.. Ama o da ne yol bomboş..

Boğaz Köprüsü- Cumartesi Akşamı - 20:35
Daha önceleri pazar sabahlarında dahi en az 20 dakikada girebildiğim köprü yoluna, Taksim'den sadece 10 dakikada vardım..Üstelik bir eskort eşliğinde. Ne kırmızı ışıkta durdum, ne kavşaklarda karşı yönden gelen araca yol verdim. Üstelik bir kesimin yerden yere vurduğu polisler bana çok yardımcı oldu.Ne zaman kırmızı ışık yansa "devam et bacım" şeklinde beni evime erken ulaştırmak için ellerinden geleni yaptılar.

Yıkıldığım An

Taksim Meydan'dan köprüye kadar en az 300 polis gördüm yol kenarlarında..Köprü üstündeki jammerları ve kobraları söylemiyorum bile..Allahım dedim kendi kendime en sonunda hak ettiğimi değeri veriyor Türkiye bana..Ama o da ne..Aynaya bir baktım arkamda bir ordu..Acaba dedim balyoz ya da ergenekondan hakkımda tutuklama kararı çıktı da benim mi haberim yok..Kısa sürede anladım yaşadığım güzel anların nedenini. Yanıma siyah bir araba yaklaştı..Camı hafif aralık..Bir an için göz göze geldik padişah hazretleri ile. Evet evet bu hazırlığın sebebi RTE idi..Zat-ı muhterem evine erkenden ve rahatça varsın diye birçok yol kapatılmış, köprü trafiği hafifletilmiş.Yani Başbakanım Eminesine kavuşsun diye, bindiği arabanın benzin parasını ödeyen vatandaş cinnete mahkum edilmiş.

Hayattan Bıkan Polis

Dedim ya yol polis dolu..Padişahıma yol verdikten sonra köprü çıkışında bir polise sordum, hayırdır hacı kaç saattir buradasın dedim. Önce bi siktir git bacım der gibi baktı, sonra o kadar uzun süredir yalnızmış ki yol kenarında, içini dökmeye başladı. Başbakan saat 20:45'te köprüden geçecek diye öğlen 2'den beri orada bekliyormuş.Vallahi sol ayağımı hissetmiyorum ayakta durmaktan dedi..Çünkü arabanın içinde beklemeleri yasakmış..Neredeyse yasla başını omzuma ve ağla diyecektim, o kadar üzüldüm haline..Ama üzüntüm bir anda geçti duyduğum sözlerle..Çünkü genç polis yaptığı kutsal görevin farkındaydı. Ne yapalım bacım biz bekleriz yeter ki, başbakanımıza bir zeval gelmesin..Biz onun için ölürüz bile dedi..İyi nöbetler deyip arabaya geri döndüm.Kapıyı kapatınca da, sana bu nöbet müstahak pezevenk, beter ol dedim kendi kendime.

Padişahım Sayesinde

Bütün bunlara rağmen evime zamanından 1 saat önce varmanın gururu içindeyim..Üstelik küllüğe doldurduğum bozuk paralarda cebime kaldı..Mecidiyeköy'de yolda kalanlar için söyleyeceğim tek birşey var. Zat-ı muhteremin de dediği gibi, durmak yok yola devam..






DEVAMINI OKU...